Çocuklar Hangi Yaşlarda Boşanmadan Nasıl Etkilenir?

bosanma-cocuk-etkileri1*Oyun Çocukluğu Dönemi -Bebeklik Dönemi (1-3 Yaşlar Arası)

Boşanma Bu Dönemde Çocuk İçin Ne İfade Eder?

• Anne babadan birinin evden ayrıldığını anlar fakat sebebini kavrayamaz.
Bu Dönemde Çocuğun Boşanmaya Karşı Tepkileri?
• Eskisine göre daha sık ve çok ağlayabilir ve ebeveyne bağlanabilir.
• Uyku sorunları yaşanabilir.
• Altına kaçırma, parmak emmenin yeniden başlaması.
• Ebeveynden ayrı olduğunda endişe ve kaygı hissedebilir.
• Öfke patlamaları yaşanabilir.
• Isırma ve rahatsız edici davranma gibi saldırgan davranışlar gelişebilir.

Bu Dönemde Ebeveynler Neler Yapabilir?

• Eskiden olduğu gibi, günlük yaşamın ritmini bozmadan eskisi gibi yaşamaya devam etmek gerekir.
• Sürekli endişeli görünmekten kaçınmak ve çocuğu güvenli bir aile ortamında yetiştirmek gerekir.
• Çocukla birebir zaman geçirmek gerekir.

*Okul Öncesi Çocuklar (3-6 Yaş Arası)

• Boşanmanın anlamını tam olarak anlayamaz ama anne veya babadan birinin hayatında eskisi gibi yer almadığını fark eder.

Bu Dönemde Çocuğun Boşanmaya Karşı Tepkileri Nelerdir?
• Yaşananlardan dolayı kendisini suçlayabilir.
• Öfke duygularını yoğun olarak yaşayabilir.
• Birlikte yaşadığı ebeveynine hırçın ve öfkeli ve huysuz olabilir.
• Uyku sorunları yaşayabilir.Geceleri korkulu rüyalar görebilir.

Bu Dönemde Ebeveynler Neler Yapabilir?

• Ayrı kaldığı ebeveynini istediği zaman ziyaret edebileceğine dair güven hissi vermek ve bunu düzenli olarak gerçekleştirmek ve ayrı kalan ebeveynle çocuğun telefonla görüşmesine olanak hazırlamak gerekir.
• Çocukla, anne ve baba olarak farklı zamanlarda farklı etkinliklerde buluşmak (sinema, tiyatro, piknik).Birlikte geçirilen vakitlerde, çocuğu konuşmaya ve iletişim kurmaya cesaretlendirmek gerekir.
• Çocuğun duygularını ifade olanağı bulabileceği doğal ortamlardan faydalanmak ve boşanmadan onun sorumlu olmadığını ve bakımının sürekli ve düzenli olarak yerine getirileceğini, onu hiçbir zaman yalnız bırakmayacağınızı anlatmak.

*Okul Dönemi (6-11 yaş)

• Boşanma olgusunun ne olduğunu anlamaya başlar. Ana-babasının artık birlikte yaşamayacağını ve birbirlerini eskisi gibi sevmeyeceklerini anlar.

Bu Dönemde Çocuğun Boşanmaya Karşı Tepkileri Nelerdir?

• Kendisini aldatılmış hissedebilir.
• Ebeveyninden gidenin geri döneceğini ümit eder.
• Ayrılan ebeveynin artık kendisini istemediğini düşünebilir.
• Arkadaşlarını görmezlikten gelebilir.
• Kimsenin onu okuldan almaya gelmeyeceğini düşünerek kaygı duyabilir.
• Baş ve karın ağrılarından şikayet edebilir.
• Uyku düzeni bozulabilir ve uyuma güçlükleri yaşayabilir.
• Boşanmadan sorumlu tuttuğu, birlikte olduğu anne ya da babasına karşı zaman zaman hırçınlaşabilir.

Bu Dönemde Ebeveynler Neler Yapabilir?

• Birlikte özel zamanlar planlanabilir ve ev dışında anne ve babayla ayrı ayrı programlar gerçekleştirilebilir.
• Çocuğu büyükbaba-büyükanneye bırakmak yerine, anne ve babanın ayrı ayrı “yüz yüze iletişim” kurmaya dikkat göstermeleri gerekir.
• Çocuğun ev dışında aktif olmasını sağlamak gerekir, bir yandan fiziki rahatlamayı sağlarken, bir yandan da duygularını ifade edebileceği ortamı hazırlayarak (enstrüman çalmak, resim yapmak vb.) duygusal boşalımı sağlamak.
• Olan bitenle ilgili sorduğu tüm soruları yaşına uygun olarak cevaplandırmak ve iletişim kanallarını açık tutmak gerekir.
• Depresyon ve korku belirtilerinde duyarlı olmak ve bir uzmandan devamlı profesyonel yardım almak gerekir.
• Günlük yaşam alışkanlıklarının eskiden olduğu gibi, aynen devamını sağlamak gerekir.
• Kendisini duygularını anlatması için cesaretlendirmek gerekir.
• Anne/babanın bütün bunları, yüzünde hiçbir gergin ifade yansıtmadan, içinden geldiği gelerek yapmalıdır.

BURÇAK ENGİN – Psikolog – Algı Özel Eğitim Merkezi

Çocuk, Bilgisayar ve İnternet

cocuk-internet-bilgisayarYirminci yüzyılın en önemli buluşları arasında olan bilgisayar, insan yaşamında giderek artan bir öneme sahip olmuştur. Bilgisayar oyunları, internet ve cep telefonu iletişimi kolaylaştırmak, bilgiye en hızlı şekilde ulaşılmasını sağlamak, paylaşımı arttırmak, hoş zaman geçirmek gibi amaçlarla insanlığın kullanımına sunulmuş çağın en popüler araçları olmuştur. Dünyada 400 milyon civarında internete bağlı bilgisayar, 100 milyona yakın site olduğu tahmin edilmektedir.

Bilgisayar,  verimli kullanıldığı takdirde hiç şüphesiz çocuğun eğitim ve gelişimini önemli katkılarda bulunacaktır. Ancak kullanımı belir bir süreyi aşması halinde, çocukları olumsuz yönde de etkileyebilmektedir. Günümüzde internet kullanımının yaygınlaşması internete girme yaşının okul öncesi dönemlere kadar düşmesine neden olmuştur. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, 3 yaş ve üzeri 76 milyon bilgisayar kullanıcısının % 22,2’si internet erişimine sahiptir ve ev bilgisayarına sahip çocukların beşte biri internet kullanmaktadır. 8 ile 18 yaş arasında olan çocuk ve gençlerin günde ortalama olarak sekiz saatini bilgi ve iletişim teknolojik araçlarını kullanarak geçirdikleri belirtilmektedir. Özellikle 12-18 yaş arasındaki genç kızların %74’ünün zamanının büyük bir kısmını chat odalarında ya da e-mail ile mesajlaşarak geçirdikleri ifade edilmektedir. Diğer taraftan ev ortamında bilgisayar kullanamayan çocuk ve gençlerin internet kafelere yöneldikleri, internet kafelerin çocuk ve gençlerin yoğun ilgi gösterdikleri yerler haline geldiği vurgulanmaktadır Bilgisayarın, çocuklar üzerindeki olumlu etkilerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Bilgisayar, kullanma kolaylığı nedeniyle kolayca öğrenilebilir ve öğrenmeyi keyifli kılar.
  • Çocuğu merak ve rekabet duyguları için cesaretlendirmektedir.
  • Çocuğun dikkatini yoğunlaştırmayı öğrenmesini sağlar, bilişsel gelişimine katkıda bulunur, planlama ve problem çözme becerisini geliştirmesine yardımcı olur.
  • Bilgisayar sürekli ve süratli geri bildirimde bulunarak, bir konuyu anlayabilme düzeyini kendi kendine belirlemesine yardımcı olmaktadır.
  • Yazma ve iletişim becerilerinin gelişmesinde kolaylık sağlar.
  • Çocuğun ilgisini çektiği sürece bilgisayar özgür bir öğretmen görevi görür ve öğrencinin okulda başaramadığı dersleri kendi kendine başarabilmesine olanak sağlamaktadır.
  • Okul öncesinde kullanılan bilgisayar etkinlikleri ile, çocukta göz-el koordinasyonunun geliştiğine dair kanıtlar bulunmaktadır (Yavuzer, 2006: 78).

İnternet kullanımı ve bilgisayar oyunları, çocuk ve gençlerin günlük yaşamlarını, akademik başarılarını ve ruh sağlıklarını önemli ölçüde etkileyen ve bu yönü ile de araştırmacıların ilgisini çeken güncel bir konudur. Teknoloji ile ilişkilerinde, bugünün gençleri sık sık hem kurbanlar hem de suçlular olarak nitelendirilebilir. Bir yandan internet ve bilgisayar oyunları çocuk ve gençlerin bilgiye ulaşmalarını, araştırma yapmalarını, problem çözme, yaratıcılık, kritik düşünme gibi kişisel gelişimlerini destekleyen teknolojik bir mucize olarak değerlendirilirken, aynı zamanda aşırı, kontrolsüz, amacı dışında ve bilinçsiz kullanım yönü ile kaygılara ve korkulara neden olmakta, kişisel becerilerin gelişmesini negatif etkilendiği düşünülmektedir.

Bilgisayar kullanmanın olumsuz yönleri ise, kısaca şu şekilde özetlenebilir:

  • Öğrenci merkezli eğitimde öğrenci baz alınırken, bilgisayar merkezli eğitimde bireysellikten uzaklaşılmaktadır.
  • Programlı yaşam alışkanlığı olmayan çocuklar, bilgisayar kullanımında sınırı aşarak ekran bağımlısı olabilmektedirler. Bu da çocuğun sosyal hayatını olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
  • Her çocuk bir bilgisayara sahip olabilecek maddi güce sahip olmadığından, çocuklar arasında eşitsizliğe neden olabilmektedir.

İnternet kullanmanın, maddeleşen dünyada sosyal ilişkiler kurmak için beceriyi, yetenekleri ve sabrı kaybettirdiğine inanan çalışmacıların sayısı her geçen gün artmaktadır (12). Bir çalışmada 12-18 yaş arasında bulunan 10.800 gencin %92’sinin evinde internet erişimin olduğu ve bu gençlerin çoğunluğunun zamanının büyük bir kısmını sanal sohbet ortamında tanıştığı kişilerle mesajlaşarak, sitelerde dolaşarak, oyun oynayarak geçirdiği, yalnızca %1’inin araştırma yapmak ve ders çalışmak için interneti kullandığı belirlenmiştir. Zamanın büyük bir bölümünü bilgisayar başında geçiren gençler kişilerarası ilişkilerinde önemli sorunlar yaşamaktadırlar.

İnternette fazla zaman geçiren çocuk ve gençlerin giderek yalnızlaştığını ve yüz yüze ilişki kurmakta güçlük yaşadıkları belirtilmektedir. İnternet yoluyla kurulan iletişim günümüzün gençleri için en önemli olanıdır. Bilgisayar oyunları ve internet çocuk ve gencin arkadaşının yerini alarak sosyal izolasyona neden olmaktadır. İlk kez Selnow tarafından “elektronik arkadaş” hipotezi ileri sürülmüştür. Selnow, çocukların bilgisayar oyunları sırasında zamanlarını en iyi şekilde harcadıklarını düşündükleri, sosyal ilişki kurmakta güçlük yaşadıkları, çevrelerinde sınırlı sayıda arkadaşları olduğu ve sınırlı sayıda olan arkadaşları ile paylaştıkları konuların video oyunlarını içerdiğini belirtmektedir. 12-13 yaş arası çocuklarla yapılan bir çalışmada çarpıcı olarak, araştırmacılar, çocuklardan bilgisayar ile şunları duymuşlardır:  “bilgisayar oyunlarını oynamak insanlarla birlikte olmaktan daha iyidir”, “zamanı en iyi şekilde geçirmenin yolu bilgisayar oyunları oynamaktır”, “bilgisayar oyunu ile arkadaşımla geçireceğim zamandan daha iyi zaman geçiriyorum”, “bilgisayar oyunu oynarken kendimi daha aktif ve canlı hissediyorum”, “bilgisayar oyunu oynamak benim yalnızlığımı unutmama yardım ediyor”.

Bazı çalışmalarda internet kullanım süresi arttıkça çocuk ve gençlerde yalnızlık, sosyal yalıtım, saldırganlık gibi duygusal ve davranışsal sorunların daha fazla görüldüğü, genel sağlık düzeylerinin düştüğü ve depresif belirtiler görülme oranının artırdığı belirlenmiştir. Bu çalışmada ise yaygın internet kullanan ve bilgisayar oyunları ile zamanını geçiren çocukların sosyal gelişimlerinin önemli ölçüde gerilediği, bu çocukların öz güvenlerinin düşük, sosyal kaygı düzeylerinin ve saldırganlık davranışlarının yüksek olduğu bulunmuştur. Bir çok araştırmada ise bilgisayar oyunlarının çocuk ve gençlerde saldırganlığa neden olduğu ileri sürülmektedir. Çocuk ve gençte şiddet eğiliminin oluşmasında oynanan oyunun türünün, oyun oynama sıklığı ve süresinin etkili olduğu belirtilmektedir. Bir çalışmada haftada 11.18 saatten daha fazla internet kullanan üniversite öğrencilerinin haftada 3.84 saat ve altında internet kullananlara göre okul performanslarının ve akademik başarılarının daha düşük olduğunu belirlemişlerdir. Bu çalışmada internete bağımlı olan öğrenciler, internet kullanmadıkları zaman büyük sıkıntı yaşadıklarını, internete daha az sürelerle girdiklerinde kendilerinde büyük bir eksiklik hissettiklerini, internete girme davranışını kontrol edemediklerini, internette az zaman geçirdiklerinde kendilerini kızgın hissettiklerini ifade etmişlerdir.

cocuk-bilgisayarTüm bunların yanında, gelişigüzel üretilen ve seçim yapmaksızın alınan bilgisayar oyunları, yaygınlaşan güncel bir sorun halini almaktadır. Devletin denetimi olmadan hazırlanan bu bilgisayar oyunlarında özellikle insan öldürme ve çeşitli cinsel ilişki konularına da yer verilen bu oyunlar, özellikle çocuklar ve ergenler üzerinde çok olumsuz etkiler bırakmaktadırlar. İnternet ve bilgisayar oyunları gençlerin ve çocukların doğasında bulunan oyun oynama kabiliyetleri ile bağımlılığa neden olabilmekte ve açık cinselliğe eğilimi işaret ile suçların olgunlaşmasını sağlamaktadır. Yapılan araştırmalarda,  internet kullanan ergenlerin riskli cinsel davranışlarında ve sosyal uyumlarında bozulmada artış olduğu vurgulanmaktadır. Özellikle legal olmayan ve cinsel gelişimi olumsuz yönde etkileyebilecek sitelere kontrolsüz ve bilinçsiz bir şekilde ulaşmak çocukları, gençleri ve dolayısıyla toplumu tehdit eden önemli bir konudur. Ergenlik dönemi, gencin kimliğini oluşturduğu, gelecek için amaçlarını belirlediği, kendisi için kimin önemli ve değerleri olduğu, başkaları ile ilişkilerinin nasıl olacağı, arkadaşlıklarını nasıl sürdüreceği ve yaşamında hangi yolu izleyeceğine dair temel soruların yanıtlanmaya başlandığı karmaşık bir dönemdir.

Bu dönemde genç otonomisini kullanmak ve aileden ayrı olarak karar vermek istemekte, duygularını yönetme ve sürdürme konusunda güçlükler yaşamaktadır. Bu nedenle sanal ortamda edindiği bilgiler, yaşadığı ilişkiler gencin gerçek dünyayı öğrenmesi ve kimliğini oluşturmasında güvenliğini ve normal gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Aileden ve çevreden edineceği bilgiler ve olgunlaşmanın yerini sanal ortamda kurduğu ilişkiler almaktadır. Bilgisayar oyunlarının diğer olumsuz bir yönü internet kullanımı ve bilgisayar oyunlarının beyinde dopamin salgılanmasında artışa neden olduğu ve bilişsel fonksiyonlarda bozulmaya neden olduğu görüşüdür. Bilgisayar başında fazla zaman geçiren çocukların temporal dopaminerjik aktivitede artış olduğu ve bu çocukların hiperaktivite bozukluğu kriterlerini taşıdıkları belirlenmiştir.

Yaş ortalaması 11 olan 535 öğrenci üzerinde yapılan bir çalışmada ise, öğrencilerin %14,9’unun internet bağımlılığı kriterlerini karşıladığı ve bunların da hiperaktivite bozukluğu kriterlerini taşıdığı saptanmıştır. Yalnız, şu da vardır ki, sorunun kaynağının bilgisayar değil, bilgisayar kullanan insanlar olduğunu, özellikle ilgilenilmeyen, aile içerisinde sağlıklı ve güvenli bir ortamı bulamayan çocukların bilgisayarı bir kaçış, atlatma aracı olarak kullanma yoluna gidebildiği ve bu çocukların bilgisayar oyunları ve internetin olumsuz etkilerinden en çok zarar görenler olduğunu söylenmektedir. Oyunda başarılı olmak, örneğin bir makineyi kontrol edebilmek, bir yarışı kazanabilmek çocukta üstünlük duygusu oluşturur. Bu durum çocuğun hoşuna gider. O sırada beyin mutluluk kimyasalları salgılar. Çocuk onunla mutlu olmayı öğrenir, başka mutlulukları tadamaz.

Çocuk ve genç bu doyumu yaşamak için ‘’Okula gidiyorum’’ diye evden çıkıp, internet kafelerde günlerini geçirebilir, önemli bir bölümü okul çıkışında uğradığı kafeden gece yarısına kadar çıkamayabilir. Bu konuda özellikle, diğer sosyal aktivitelere ilgisi azalan ya da bu aktivitelere vakit bulamayan, gerçek hayattaki ve arkadaş ilişkileri bozulan ya da meslek veya okul hayatındaki işlevselliği düşen, internette geçirdiği zaman hakkında kendisini savunmak için yalan söyleme ihtiyacı duymaya başlayan, gece internette geçirilen zaman nedeniyle az uyku uyuyan ve ertesi gün yorgun gezen, bu yorgunluğa rağmen bir sonraki gece de internette dolaşma gücünü bulabilen, çocuklara dikkat edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bir kuşak öncesi çocuklar, Hacivat’la Karagöz’ün esprilerine gülerken, bugün gerek televizyonda, gerekse bilgisayar faaliyetleri ve oyunlarında, kahramanlar ya çevrelerine dinamit atmakta ya da yıkıp dökmekte, çocuklar da bunlarla eğlenmektedirler. Böylece ortaya ciddi bir ahlak ve değer kaybı görüntüsü çıkmaktadır. Bu durum aynı zamanda, çocuk ve gençlerin ruh sağlığını da çok büyük ölçüde etkilemektedir. Yetişkin dönemde, uyumlu bir ruh sağlığına sahip olmak istiyorsak, unutmamalıyız ki, bunun temelleri çocukluk uyarımları ile atılır ve sorumluluk yine anne ve babaya ait olmaktadır.

BURÇAK ENGİN – Psikolog – Algı Özel Eğitim Merkezi

Yararlanılan Kaynaklar:

YAVUZER, Haluk (2006), Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitapevi, İstanbul.

KELLECİ, Meral (2008), İnternet, Cep Telefonu, Bilgisayar Oyunlarının Çocuk Ve Gençlerin Ruh Sağlığına Etkileri, TAF Preventive Medicine Bulletin, Sayı 7, Sivas, ss. 253-256.

Çocuk Sömürüsü (İstismarı): Kabuk Bağlayamayan Yaramız

cocuk-istismariÇocuk Hakları içerisinde en önemli boyutlardan birisi de çocuğa yönelik istismar ve şiddet olgularıdır. Çocuk istismarı geniş kapsamlı bir olgu olmasına karşın, fiziksel ve cinsel istismar olguları vücuda yönelik zararları açısından daha ön planda incelenmektedir. Çocuk istismarı, 0-18 yaş grubundaki çocuğun kendisine bakmakla yükümlü kişi veya kişiler tarafından zarar verici olan, kaza dışı ve önlenebilir bir davranışa maruz kalmasıdır. Bunun çocuğun fiziksel, psiko-sosyal gelişimini engelleyen, gerçekleştiği toplumun kültür değerleri dışında kalan ve uzman tarafından istismar olarak kabul edilen bir davranış olması gerekmektedir. En önemli kriteri de çocukta iz bırakan, onu etkileyen bir davranış olmasıdır. Çocuk istismarı çok yönlü bir olay olduğu için mutlaka bir takım çalışmasını gerektirmektedir. Bu tıp uzmanları, psikoloji, pedagoji, çocuk gelişimcileri, sosyal hizmet uzmanları ve hukukçulardır. Özellikle konunun öğrenilmesi, toplumun bilgilendirilmesi ve duyarlılık kazandırılması açısından bu konuda çalışan profesyonellere çok iş düşmektedir.

Ne yazık ki, ne Çocuk Hakları Evrensel Bildirisi ne de 1979 yılının Çocuk Yılı olarak seçilmesi, çocuklara karşı gerçekleştirilen olumsuzları değiştirmemiştir. Günümüzde halen yoksul ailelerin çocukları yoksul, varlıklı ailelerin çocukları ise çok varlıklıdır. Bildiri, ne yeryüzünde yaşanan bebek ölümlerini azaltmıştır, ne de yaşayanların sağlık ve eğitim düzeylerini yükseltmiştir. Bu çocuklar ne yazık ki, en temek hak olan yaşama hakkından, beslenme ve sağlıklı olma hakkından yoksun yetişmektedirler ve ne yazık ki çocukluğun tarihi, bu sömürülerle doludur.

Çocuklara uygulanan fiziksel istismarın tarihçesi antik çağlara kadar uzanır. Ancak bu konu ile ilgili çalışmaların gün ışığına çıkması ancak yüz yıllık bir geçmişi kapsamaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 1999’da yaptığı tanıma göre, çocuk istismarı veya çocuğa karşı kötü muamele; sorumluluk, güven ve yetenek ile ilgili genel durumunda çocuğun sağlığına, yaşamına, gelişimine ve değerine zarar verebilen, fiziksel ve/veya emosyonel kötü davranışı, cinsel istismarı, ihmali, her türlü ticari çıkar için çocuğun kullanılmasını içeren her türlü davranışladır. Bir başka deyişle, çocuktan 6 yaş büyük bir yetişkin, toplum veya ülkesi tarafından, çocuğun sağlığını ve gelişimini olumsuz yönde etkileyecek bilerek veya bilmeyerek yapılan davranışlardır.

Çocuk istismarını 4 kategoride sınıflandırmak mümkündür. Bunlar fiziksel, duygusal, cinsel istismar ve son olarak da çocuğu ihmal etmektir. Bunlara kısaca değinecek olursak:

Fiziksel istismar; en geniş anlamda çocuğun kaza dışı yaralanmasıdır. Değişik ülkelerdeki çalışmalarda fiziksel istismar sıklığı %0.45 ile %64 arasında bildirilmektedir. Çocuğun ağzına biber sürmek, sarsmak, kulağını ve saçını çekmek, çocuğun vücudunun herhangi bir yerine hafif şiddette veya parmakla vurmak gibi fiziksel cezalandırmalar orta derecede fiziksel istismar olarak kabul edilirken; çocuğa şiddetli elle veya ayakla vurmak, yakmak, boğmak gibi fiziksel cezalandırmalar ise şiddetli fiziksel istismar olarak kabul edilmektedir. Buradaki en önemli sorun fiziksel istismar türü olarak tanımlanan bu cezalandırma şekillerinin, bazı toplum ve kültürlerde istismar olarak algılanmaması veya tanımlanmamasıdır. Hatta bazı toplumlarda ve kültürlerde yer alan bu davranışlar çocuğun disiplini ve terbiye edilmesi için gerekli olarak düşünülmektedir. Örneğin; “Dayak, cennetten çıkmadır.”, “Annelerin /Öğretmenin vurduğu yerde gül biter” gibi ülkemizde herkesin dilinde olan atasözleri, ebeveynlerin çocuklarına uyguladıkları istismarı haklı göstermektedir.

Duygusal istismar; gündelik yasamda en sık rastlanan istismar tiplerinden birisi olan duygusal istismar, ebeveyn ya da çevredeki diğer yetişkinlerin çocuğun yetenekleri üstünde istek ve beklentiler içinde olmaları ve saldırganca davranmaları olarak tanımlanır. Beş farklı ülkede yapılan bir çalışmada çocuğa bağırmak %75 -80 oranında bulunup, en sık görülen emosyonel istismar olduğu saptanmıştır. Duygusal istismar psikolojik gelişmenin duraklamasına neden olacak sözel istismarı veya aşırı emirleri kapsayan çocuğun kimliğini zedeleyen ve bozuk davranışları ortaya çıkaran tavırları içermektedir.

Cinsel istismar da; çocuğun en az kendisinden altı yaş büyük bir kişi tarafından cinsel doyum için zorla veya ikna edilerek kullanılması ya da başkasının bu amaçla çocuğu kullanmasına izin verilmesidir. Cinsel istismar davranışları arasında çocuğun genital bölgelerine dokunma, teshircilik, röntgencilik, çocuğu pornografi ve fuhuş malzemesi yapma, cinselliğe teşvik eden konuşmalar ve pornografik film seyrettirme gibi davranışlar yer almaktadır. Cinsel istismara maruz kalan çocuklarda tekrarlayıcı, rahatsız edici düşünceler, olayla ilgili kabuslar, uykuya dalma güçlüğü, öfke patlamaları, konsantrasyon güçlüğü, ilköğretim sonrasında ve ergenlerde olay anini yaşıyormuş gibi hissetmeleri, olayı anımsatan nesnelere karşı yoğun kaygı, korku tepkisi, olayı anımsatan yerler, kişiler, görüntüler ve konuşmalardan kaçınma, yineleyici oyunlar görülebilecek davranış şekilleridir. Ayrıca, yaşadıkları cinsel travmayı yeniden yasama ve tekrarlama korkusu, cinsel kimlik bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları olabileceği gibi tersine cinsel eylemde bulunma, sik mastürbasyon yapma, yaşına uygun olmayan cinsel davranışlar, cinsel oyunlar oynama, erişkinleri ayartıcı davranışlarda bulunma gibi davranışlar da geliştirebilmektedirler. İhmalde ise; çocuğa bakmakla yükümlü kişinin bu yükümlülüğünü yerine getirmemesi, beslenme, giyim, tıbbi, sosyal ve duygusal gereksinimler ya da yaşam koşulları için gerekli ilgiyi göstermeme gibi, çocuğu fiziksel ya da duygusal yönden ihmal etmesi seklinde tanımlamaktadır. Fiziksel ve cinsel istismara göre çok daha göreceli olduğu için tanısı zordur. ihmal ve istismarı ayıran en temel nokta ihmalin pasif, istismarın ise aktif bir davranış şekli olmasıdır.

Sağlıklı nesiller yetiştirmenin önündeki en önemli engellerden birisi ve 21. yüzyılın en büyük ayıplarından birisi, bilmeyerek de olsa çocuğun istismar edilmesidir. Çocuğun bakımını üstlenen kişilerce çocuğu belli disiplin kalıpları içine sokabilmek, kendi davranış biçimlerine çocuğu benzetebilmek amacıyla acili bir uyaran kullanılması insanlığa yakışmayacak bir davranıştır. Oysa ki, bir çoğu bilinçsizce yapılan, eğitimsizliğin önemli rol oynayabileceği bu davranışlar, düzeltilebilir davranışlardır. Bu olayların saptanması ve önlenmesinde, adli tıp uzmanlarına, çocuk cerrahlarına, aile hekimlerine, çocuk psikiyatristlerine, hemşirelere, öğretmenlere, psikologlara ve pedagoglara önemli görevler düşmektedir. İstismar olaylarının değerlendirilmesinde en önemli boyut olaya maruz kalan çocuğun tıbbi muayenesi ve tedavisidir. Bu boyut ebeveynlerin değerlendirilmesi, sosyal koşulların incelenmesinden daha ön planda gelmektedir.

BURÇAK ENGİN – Psikolog – Algı Özel Eğitim Merkezi

Yararlanılan Kaynaklar

POLAT, Oğuz (1999), ‘’Tıbbi Açıdan Çocuk Hakları Ve Çocuk İstismarı’’, Cumhuriyet Ve Çocuk, 2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi Bildirileri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, ss. 517-533.

YÖRÜKOĞLU, Atalay. (1989), Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, 3. Baskı, Özgür Yayın Dağıtım. İstanbul.

TOPBAŞ, Murat (2004), İnsanlığın En Büyük Ayıbı: Çocuk İstismarı, TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, Sayı 3, Karadeniz Teknik Üniversitesi, ss. 76-80.

Anne ve Babanın, Çocuğun Yaşamındaki Yeri

Annenin Çocuğun Yaanne-babanin-cocugun-yasamindaki-yerişamındaki Yeri

Annelik, dünyanın en yaşanılası, en muhteşem lütuflarından biridir. Aldığı tüm övgüleri, fazlasıyla hak eder. Öylesine benzersiz, öylesine kıymetlidir ki… insanın yüreğini hamur gibi alıp alıp dönüştüren, kainatın ritmiyle buluşturan, eşsiz bir tecrübedir. Anne çocuk ilişkisindeki süreklilik, tutarlılık ve aynılık çocukta temel güven duygusunun özünü oluşturmaktadır. Bebeklik çağında elde edilen güven duygusunun niceliği, bebeğe verilen besinlerin ya da yapılan sevgi gösterilerinin niceliğine değil, daha fazla anne çocuk arasındaki ilişkinin niteliğine bağlıdır. Yaşamın ilk yılında çocukla kurulan duygusal iletişim, çocukta güven ya da güvensizlik duygularının oluşumuna neden olmaktadır. Bu dönemde bebeğin temel görevi, güvenmeyi öğrenmektir. Erikson’a göre, bu dönemde çocuk, kurduğu güvenli ilişkilerle kendine ve çevresine güvenmeyi, ya da kurulan yetersiz temaslarla kendisine ve çevresine güvenmemeyi öğrenir. Bu da bebeğin, ileride çevresi ile kuracağı ilişkilerin temelini belirlemektedir.

Bebek için anne dünyanın tamamıdır ve kendinden bir parçadır. Anne gülümsedikçe bebek de gülümser ve böylece güvenli bağlanmanın ilk temelleri atılmış olur. Bebekteki bu temel duyguyu doyurmayan anneler, çocuklarının kendilerine güveni olmayan bebekler olmasına zemin hazırlıyor demektir.

Anne ve bebeklerin birbirlerine nasıl bağlandıklarını izlemek amacıyla yapılan çalışmalardan elde edilen çeşitli bilgiler vardır. Örneğin, doğumdan hemen sonraki kısa dönemde bebekleri ile temasta bulunan anneler ile çocuklar arasındaki bağlanmanın daha yoğun olduğu sonucuna varılmıştır. Yapılan çalışmada 1. grup anneler, doğumdan hemen sonra en az yarım saat temas etme imkanı bulmuşlardır. 2. grup anneler, hem doğumdan hemen sonra çocuklarıyla temas etme imkanı bulmuşlar hem de bebekleri her gün beş saat süreyle kendi yanlarında kalmıştır. 3. grup anneler doğumdan hemen sonra çocuklarıyla beraber olamamışlar, daha sonra her gün beş saat gibi uzun sürelerle bebekleriyle temas imkanı bulmuşlardır. 4. grup anneler ise, ne erken ne de sonraki dönemlerde çocuklarıyla yakın temas imkanına sahip olabilmişlerdir. Böylece, doğumdan sonraki zaman diliminde temas eden anne ve bebeklerde, çocuklarda iyi bağlanmanın ortaya çıktığı sonucu ortaya konmuştur. Aynı durum bebeğe gösterilen sevgi ve şefkat, ihtiyaçlarının doyurulması, bebeğin önemsenmesi ile de alakalıdır.

Annenin bebeği ile bütünleşebilmesinin altında, anneliğe hazır oluşu yatmaktadır. Annenin kendisi ile olan ilişkisi iyi olduğu takdirde, çocukla olan ilişkisi de iyi olacaktır. Anneliğe hazır olan birey, çocuğu ile bir olur, onunla tensel temas içersindedir. Onun, anne sütünden dolu dolu yararlanmasına imkan verir. Buna bağlı olarak, çocuğa gerekli duygusal besiyi aktarabilir. Bu şekildeki sağlıklı bir etkileşim ortamında ise, güvenli ilişkiler oluşur (Yavuzer, 2007: 129). Leo Tolstoy, annenin bir gülümsemesinin ne kadar değerli olduğunu, ‘’Çocukluk’’ isimli romanında, mükemmel bir biçimde ifade etmektedir kanaatini taşımaktayız.

“…Dünya güzeli annemin yüzü gülümsediğinde çok daha güzelleşirdi. O gülümseyince çevresindeki her şey aydınlanıyor gibi hissederdim. Hayatımın kötü anlarında eğer annemin gülümseyişini bir an için görebilme şansım olsaydı, üzüntünün ne olduğunu bilmezdim sanırım…”                                          

Babanın Çocuğun Yaşamındaki Yeri

Babalar da anneler gibi, hiç kuşkusuz, çocuklarını çok severler, şefkat bağları geliştirirler ve onlarla ilgilenirler. Bununla birlikte babaya özgü bağlılık, anneninkinden daha düşük düzeyde görülmektedir. Baba hem eşine hem de çocuğuna karşı koruma görevi üstlense de, çocuğun beslenme ve bakım sorumluluğunu anneden daha az üstlenmektedir. Baba bebeğin sosyal gelişiminde önemli rol oynar. Çocukla her ne kadar anneden daha az vakit geçirse de, önemli olan geçirilen zamanın niceliği değil, ne şekilde geçirildiği, niteliğidir.

Yenidoğan için anne, dünyanın tamamı, adeta kendi bedeninin uzantısıdır. Ama babanın farklı olduğunu algılar. Anne ile bebeğin bağlanmalarına ilişkin yapılan çalışmaların benzeri, babalarla bebekler arasında da yapılmıştır. Bazı araştırıcılar, doğumdan hemen sonra bebeklerini kucaklarına alıp okşayan babaların, bebekleri ile daha sıkı bağ kurduklarına tanık olmuşlardır. Ancak bunun ne kadar süre ile devam ettiği net olarak bilinememektedir. Babaların bebeklerle bağlanmalarının öncelikle annelerinkiyle benzerlik gösterdiği fakat bu durumun doğumdan birkaç ay sonra farklılaştığı gözlenmiştir. Anneler ile babalar arasında gösterilen şefkatte ve ilgide, görünüşte bir farklılık yoktur ancak, durum bu şekilde gelişmiştir. Bu durumun neden bu şekilde olduğu sorgulandığında ise, annelerin bebekleri ile bakıma yönelik çok daha fazla faaliyette bulundukları, bebekle daha fazla konuştukları, oyun oynadıkları, bebeğin temel gereksinimlerini karşıladıkları için olduğu düşünülmüştür. Bunun doğruluğunu denemek amacı ile, İsveç’te bebeğin bakımını üstlenen babalar üzerinde bir araştırma yapılmıştır. En az 3 ay süreyle bebeklerin bakımı babaları tarafından sürdürülen ve bebeklerin yaşı 8 aylık olan aileler ele alınmıştır. Bu ailelerdeki anne ve babaların çocuklarına olan davranışları normal ailelerdeki anne babaların davranışlarıyla karşılaştırılmış, ilginç bir sonuçla karşılaşılmıştır. Babaların bebeklerin bakım işini üstlenmeleri, bebeklerle etkileşim örüntülerinde pek etkili olmamıştır. Anneler ister bakım görevini üstlensinler, ister üstlenmesinler, çocuklarıyla daha fazla konuşmuşlar daha fazla kucaklarına almışlar ve daha fazla şefkat göstermişlerdir.

Baba çocuk için hem bir sevgi nesnesi, hem de örnek alınacak kişidir. Babanın dolaylı ve doğrudan olmak üzere, iki görevinden söz etmek mümkündür. Babanın, annenin yaptıklarını takdir etmesi, yaptıklarında ona destek olması ve kol kanat germesi, çocuğun gelişiminde dolaylı bir rol üstlendiğini göstermektedir. Bazen ise baba, çocukla oyun oynayan, ona bir şeyler öğreten, dikkat eden,çocuğun okul çalışmalarında ona destek olan ve yol gösteren, çocuğu eğiten, çocuğun kendisine model alabileceği bir yoldaştır. Bu durumda baba, çocuğun gelişimine doğrudan katkıda bulunmuş olur. Bu durumda, çocuk bir yandan babasını taklit ederken, bir yandan da kişiliğini geliştirmeye başlar. Özellikle erkek çocuklarda, baba modeli, cinsel kimlik gelişiminde son derece önemli bir role sahiptir. Babanın olmadığı ailelerde, erkek çocuklar anneyi model alıp onunla özdeşleşebileceklerinden, bu konuda olumsuz etkenler ortaya çıkabilmektedir. Ayıca baba, evdeki güvenlik anahtarı olarak, çocuğun, korkularından sıyrılmasına yardımcı olur. Emre Kongar’ın, ‘’Kızlarıma Mektuplar’’ isimli kitabında, çocuklarına olan sevgisini, bağlılığını ve kuralcılığını, son derece iyi biçimde ifade etmiştir kanaatini taşımaktayız.

“… Sevgi ve güven duyguları hiç kuşkusuz önce aile içinde gelişir. Çocuk, içinde yaşadığı ortamda sevgi ve güvenle tanışır, bu duyguları sürekli kontrol ederek, çevresindeki ortamı öğrenmeye çalışır. Daha sonra da çevresinden aldığı bu duyguları, yine çevresindeki insanlara vermeye başlar. İşte bir çocuğa sevgi ve güveni dengeli olarak aktarmanın en güzel yöntemi, bunları belli bir disiplin içinde ona vermektir. Disiplin kural demektir. Kuralsız ne sevgi olur, ne güven. Ama kurallar da kimi zaman tek başlarına yetersiz kalırlar. Salt kurallara dayalı olarak belki bir güven ortamı belli ölçüde yaratılır ama katı kurallar çerçevesinde bir sevginin yeşermesi çok kolay değildir. Bir insanın yaşamındaki sevgi ve güven arasındaki denge, temel olarak çocukluk döneminde geliştirilir. Bir çocuğun dengeleriyse, sevgi ve güven duyguları ancak belli bir disiplin içinde ona aktarıldığında gerçekleştirilebilir. Yani aile içi disiplin, bir başka deyişle, çocuğun uyacağı kurallar, bence sevgi ve güven duygularıyla birlikte oluşturulmalıdır”.

BURÇAK ENGİN – Psikolog – Algı Özel Eğitim Merkezi

Yararlanılan Kaynaklar

ŞAFAK, Elif (2007), Siyah Süt, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul.

YAVUZER, Haluk (2007), Çocuğu Tanımak Ve Anlamak, Remzi Kitapevi, İstanbul.

TOLSTOY, Leo Nikolyeviç (2003), Çocukluk, Kum Saati Yayınları, İstanbul.

KONGAR, Emre (2001), Kızlarıma Mektuplar, Remzi Kitapevi, İstanbul.

Yaygın Anne Baba Tutumları

list-otizm-ve-yaygin-gelisimsel-bozuklukÇocukların hayatta kalması, büyümesi ve gelişmesi için beslenmeye, hastalık ve kazalardan korunmaya, uyum sağlayıp değişiklik oluşturabilmek için ise dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmeye dair gereksinimleri vardır. Bütün toplumlarda ortak olan uygulamalar, besleme, uyutma, tutma ve taşıma, hastalıkları önleme ve koruma, zararlardan koruma, sosyalleştirme ve beceri öğretmedir. Bunların nasıl yapıldığı ise, kültürler arası farklılıkları doğurmaktadır.

İnsan yaşamında, doğumdan önce başlayan ve hayatın sonuna kadar etkisini sürdüren bir kurum olarak aile, fizyolojik olduğu kadar ekonomik, kültürel ve toplumsal yönleriyle de kişinin ruhsal gelişimini, davranışlarını biçimlendirip yönlendirir.

Aile, çocuğun ruhsal gelişiminde en önemli ortam ve toplumsal kurumdur. Anne, baba ve çocuk ilişkisi temelde anne ve babanın tutumlarına bağlıdır. Çocuklar arasında uyum bozukluğuna yol açan birçok vak’aya, anne-baba tutum ve davranışlarının sebep olduğu görülmektedir. Anne ve babaların, tutum ve davranışlarını oluşturan nedenler incelendiğinde, tüm davranışlarda olduğu gibi, çocuklarına karşı takındıkları tavrın da bir öğrenmeler bütünü olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anne ve babaların, çocuklarına karşı tavırlarını etkileyen nedenleri, şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Anne ve babanın; çocuk daha doğmadan evvel, zihinlerinde nasıl bir çocuk istediklerine dair hayali bir çocuk kavramı oluşur. Çocuğun doğumunun ardından bu hayalle paralellik göstermediğini fark edince, oluşan hayal kırıklığı ile birlikte çocuğu reddedebilir.
  • İçinde yaşanılan toplumun kültürel değerleri, anne babaların çocuk yetiştirmedeki tutum ve davranışlarını önemli düzeyde etkilemektedir.
  • Üstlendikleri ebeveyn rolünden mutlu olan ve çocuğunu yetiştirmede kendine olan inancı yerinde olan ebeveynler, kendilerini yetersiz, güvensiz ve başarısız kabul eden ebeveynlere oranla daha olumlu ve başarılıdırlar.
  • Çocuklarının sayı, cinsiyet ve kişilik özelliklerinden memnun olan ebeveynler, memnun olmayanlara oranla, daha olumlu ve uygun tutumlara sahip olmaktadırlar.

Ayrıca bu özelliklerin yanı sıra,

  • Ailenin kendi çocukluğunda yaşadığı deneyimler,
  • Ebeveynliğe iyi uyum sağlamış olmaları,
  • Çocuk isteme nedeni,
  • Çocuğun ebeveyne davranış biçimi gibi koşullar da, ailenin çocuğa karşı olan tutum ve davranışlarını etkilemektedir.

Anne babaların, çocuklarına karşı olan, en yaygın tutum ve davranış biçimlerine bakacak olursak;

  • Aşırı korumacı tutumda, anne babanın aşırı koruması, çocuğuna gerektiğinin üzerinde özen ve kontrol göstermesi anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda çocuk, diğer kişilere aşırı bağımlı, kendine güveni olmayan, duygusal kırıklıkları olan bir kişi olabilir. Çocuğun yaşamı boyunca sürebilen bu bağımlılık, psiko-sosyal olgunluğu olumsuz açıdan etkiler ve çocuğun kendi kendine yetmesine olanak vermeyebilir. Hoşgörü sahibi olma tutumunda, çocukların bazı kısıtlamalar dışında, arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine olanak tanır. Böyle durumlarda çocuk evine yönelik bir birey olmaktadır.
  • Eğer, anne babanın hoşgörüsü yeterli düzeyde ise çocuk; yaratıcı, kendisine güvenen ve toplumda kendisine yer edinip başarılı ve doyumlu bir birey olur. Aşırı hoşgörülü ve çocuğa düşkün olma tutumunda, çocuk bencil olabilir, daima diğerlerinin dikkatini çekmeyi ve kendisinin dünyanın merkezinde olduğunu düşünüp yaşamayı isteyebilir.
  • Ayrıca bu ortamdaki çocukların ev içinde ve dışında, sosyal uyumları düşük olabilmektedir.
  • Reddetme tutumunda aile, bir bakıma çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılamayarak ya da karşılamayı aksatarak, çocuğa karşı olan nefretini ve reddini belirtmektedir. Bunun sonucunda duygusal kırıklıkları olan, yardım duygusundan uzak, sinirli, özellikle kendinden küçüklere ve güçsüz olanlara düşmanca duygulara sahip bir birey olabilmektedir. Kabul eden tutumda ise tam aksine, ebeveyn çocuğu ile sıcacık bir sevgi ilişkisi kurar ve çocuğa yeteneklerini geliştirebileceği ortamı sağlayarak, çocuğun sosyal, kendine güvenen, insan canlısı, dengeli ve mutlu bir birey olmasına katkıda bulunur.
  • Çocukları baskı altında tutma tutumunda, ebeveynlerden birinin ya da her ikisinin de baskısı altında olan çocuk, nazik, dürüst ve dikkatli olmasına karşın, sosyal ilişkilerinde çekingen, aşırı hassas ve başkalarının etkisinin altında kolayca kalabilen bir çocuk olabilmektedir. Baskı altında büyüyen çocuklarda, başkaldırı ve isyankarlıkla birlikte aşağılık duygusu da gelişebilmektedir.
  • Boyun eğme tutumunda, anne babalar evden çocukların egemenliğini kabullenen kişilerdir. Bu tür ailede çocuklar, ebeveynlerine az saygı göstermekte ve onlara hükmetmektedirler. Bu çocuklar zamanla anne babalarıyla kalmayıp, çevrelerinde de hükümranlıklarını kurmaya ve korumaya çalışan bireyler haline dönüştürülebilmektedir.
  • Çocuk ayırma tutumunda, aileler tüm çocuklarını eşit düzeyde tuttuklarını söylemelerine karşın, bir kısım anne ve babanın bazı çocuklarını, daha fazla sevdikleri ve kolladıkları gözlenmektedir. Diğer çocuktan ya da çocuklardan ayrılan bu çocuklar, gördükleri aşırı sevgi ve ilgi ile birlikte, akranlarıyla kurdukları ilişkide aynı davranışı ararlar ve göremeyince de saldırgan baskıcı bir görünüm içinde olabilmektedirler.

Sonuç olarak; çocuğun kendini tanıması, kişiliğini kazanması ve uyum sağlamasında anne-baba tutumlarının yeri çok önemlidir. Bebek, çocukluğa doğru geliştikçe yeni beceriler kazanmaya, davranışlarını kendi denetimi altına almaya başlamaktadır. Bu dönemde ailenin rehberliği çocuğun gelişimi üzerinde çok etkili olur. Hatalı anne baba tutumu ve bozuk aile yapısı, sağlıksız bir gelişimin ve uyumsuzlukların başlıca kaynağı olabilmektedir.

Anne-baba, bazen çocuğa çok şey vererek onun kendi gelişimine yön vermesini engeller. Bazen de çok az şey vererek ona gerekli desteği sağlayamaz ve uygunsuz davranış örüntülerinin gelişimine neden olabilmektedir. Günümüzde ise ne yazık ki ebeveyn tutumları gevşek olmakta ve çocuk istediğine ne kadar sahip olursa, o kadar mutlu olur inanışı yaşanmaktadır. Bu inanışın yanlışlığı ise tartışmasız görülmektedir.

BURÇAK ENGİN – Psikolog – Algı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi

Faydalanılan Kaynaklar

  • GÜNGÜRMÜŞ ÖZKARDEŞ, Oya, ‘’Evlilik Ve Çocuk’’,Evlilik Okulu, Remzi Kitapevi, İstanbul.
  • YAVUZER, Haluk (2006), Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitapevi, İstanbul.
  • ERSEVİM, İsmail (2008), Aile Tedavisi, Özgür Yayınları, İstanbul.

Teknoloji Otizmi Tetikler mi?

teknoloji-otizmSosyal etkileşimde ve iletişimde bozukluklarla,tekrarlayan davranışlar ve ilgi alanlarının sınırlılığı ile karakterize gelişimsel bir bozukluktur (DSM-IV-TR,2000). Yaygın gelişimsel bozukluklar yelpazesinde yer alan otizm için yıllarca genetik faktörler neden olarak gösterilmiştir. Otizmin nedeninin halen ne olduğu bilinmemekle beraber genetik olduğundan kuşkulanılmakta ve bu konuda çok sayıda araştırma yapılmaktadır. Buna karşın halen otizmin geni bulunamamıştır. Buna karşın çevresel faktörlerin yani çevre kirliliği, kimyasal maddeler gibi etkenlerin de otizmi tetiklediği düşünülmektedir. Her tür toplumda, ırkta ve ailede otizme rastlanabilmektedir. Otizm, ülkemizde her 150 çocuktan birinde görülüyor. Ayrıca, erkeklerde yaygınlığı, kızlardan 3-4 kat daha fazladır.

Çevresel faktörlerin etkisi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre 1988 yılında Edelson ve Cantor 56 çocuğu incelemişler ve 56sında da ağır metal yükü saptamışlardır. Araştırıcıların sonuçlarına göre  56 çocuğun 55’inde karaciğer detoksifikasyon sisteminin iyi çalışmadığı, 53’ünde de bir ya da daha fazla ağır metal dışı toksik kimyasal madde (ağır metal dışında) yükü olduğu tespit edilmiş.  Bu toksinlerin başlıcaları böcek ilaçları, tarım ilaçları, dezenfektan gazlar, antibiyotikler, deodorantlar ve çok sayıda aromatik ve alifatik solventlerdir. Buradan da otizm ve çevresel faktörlerin etkisi hakkında fikir sahibi olabiliriz. Otizm konusunda çocuk psikiatrlarının  söz sahiplikleri tartışılmaz  ancak otizm, işbirliği gerektirir. multi-disipliner yaklaşım gerektiren bir hastalıktır. Başta nöroloji, gastroenteroloji, beslenme, metabolizma, toksikoloji, davranış bilimleri, fizyoterapi vb gibi bilim dallarının işbirliği ile yapılan ve de kişiye özel olan bir tedaviyi gerektirmektedir. Ardından da kişiye özel hazırlanan bir eğitim programı ile tedavi yürütülmelidir.

Otizmi tetikleyen etmenler arasında ağır metaller ve aşılar da gösterilmektedir. Ancak bilinmesi gerekir ki otizme sebep olan başka bir çok faktör de var. Aşıya karşı olanlar sadece bazı çocuklarda otizmin aşılar yoluyla tetiklendiğini iddia ediyorlar. İddialarına göre bütün  otizmliler aşılar yüzünden otizmli olmaz elbette. Buna karşın otizmli çocukların bir kısmınınsa  yapılan aşılar ağır metaller yüzünden otizmli olduğunu iddia etmektedirler.

Otizmi tetiklediği düşünülen bir diğer teknoloji öğesi ise televizyon olarak düşünülmektedir. Televizyon, özellikle 0-3 yaş arasında çocuklara izlettirilmemesi önerilen bir unsurdur. Ancak; bazı anne- babalar çocuklarını susturabilmek ve sakinleştirmek için gün içerisinde 2 saat ve daha fazla televizyon karşısına oturtmakta ve çocuklar tüm günlerini televizyon izleyerek geçirmektedirler. Bu örneklerden sonra bazı çocuklardaki otizm belirtilerinin artması, okul döneminde dikkat eksikliklerinin görülmesi ve özel öğrenme güçlüklerinin de eşlik etmesi ile “televizyon otizmi” denilen bir kavram türemiştir. Televizyondaki renkli uyaranlara çocuklar bebeklik döneminden itibaren maruz kaldıklarında ekrandaki aksiyona odaklanıyorlar ve beyinleri normalden çok daha fazla yoruluyor. Bu durumda çocuklarda bebeklik döneminde sosyal uyaran eksikliğinden dolayı zayıf göz kontağı, dikkat dağınıklığı ve sosyal ilişkilerde yetersizlik gibi otizminde belirtileri olan faktörler kendini göstermektedir.

Sonuç olarak; otizm ve teknoloji birlikte düşünüldüğünde, bizler için asla teknoloji kendi başına otizm sebebi olmamalıdır ancak; unutmamak gerekir ki çocukta var olan otistik belirtiler teknoloji (aşırı televizyon izleme, bilgisayar oynama vs.) ile desteklenmekte ve beklide sadece otistik özellikler gösteren çocuklarımız bu nedenlerden dolayı otistik olabilmektedir.  Önlemimizi alalım, hiçbir şeyde aşırıya kaçmayalım.

PSİKOLOG
Özge HOŞGÖR

 

Otizm Ebeveynler için neden streslidir?

Bir süre önce, Amerika’da yeni bir çalışma yapıldı otistik çocukları yetiştiren annelerin diğer gelişim problemleri olan çocukları yetiştiren annelere göre daha stresli olduğu ortaya çıktı (babalar çalışmaya dâhil edilmemiştir).   Araştırmacılar annelerde görülen yüksek stresin çocukların otistik davranışlarıyla ilgili olduğu sonucuna varmıştır.

Otistik bir çocuk yetiştirme konusunda stresli olmasının nedeni çocuğun otistik davranışları mıdır yoksa başka nedenler üzerinde mi durmalıyız? Tabii, engelli bir çocuk yetiştirmek zor ve nankör ve zaten kendi içinde oldukça stresli iştir. İşte buradaki listede otizmli çocukların ebeveynleri  için stres kaynakları  var:

PARA!   Otizmli bir çocuğun bakımı söz konusu olunca annenin çalışması oldukça imkansız olmaktadır. Otizmli çocuğun size bağımlı olması bunun nedenlerinden biridir. Ayrıca anne çocuğunu eğitime götürmek için zaman ayırmak zorundadır. Bu nedenle eğer anne daha önce çalışıp eve gelir getiriyorsa özel bakıma ve extra zamana ihtiyaç duyan otizmli bir çocuk sahibi olunca bu gelir de kesilmektedir.  Bazı tedaviler oldukça pahalıdır ve devlet bunu karşılamamaktadır. Yani gelir kesildiği gibi aile fazladan bir geliri de ihtiyaç duyar hale gelmektedir. Bunlarda stres için yeterli nedenlerdir.

SUÇLULUK VE KAYGI!  Ebeveynlerle yapılan görüşmeler ve web üzerindeki birçok bilgi ebeveynlerin çocuklarının otizminden sorumlu hissettiklerini göstermektedir. Otizme engel olmalı, onu tedavi etmeli ya da çocuk için çok daha fazla tedavi sağlamalıdır. Hiç kimse her şeyi mükemmel ve dört dörtlük yapamayabilir.  Bu mükemmelliği bekleyen ve her şeye yetişmeye çalışan ve kendini sebep olarak gören ebeveyn stres yaşar.

BÜROKRASİ ! Araştırmacılar özel eğitim sistemi ya da devlet sağlık sistemleri ele asla varsa, onlar neye benzediğini stres ipucu yok.

DİĞER EBEVEYNLER! Otizmli olmayan çocukların ebeveynleri, akrabaların söyledikleri, onların sorularına defalarca yapılan açıklamalar, otizmin ne olduğunu tekrar tekrar anlatmak zorunda kalmak, otobüste çocuk parkında size dönen meraklı gözler de stres için yeterli bir nedendir.

MEDYA ! Her gün medyada otizmin nedenleri ve tedavileri hakkında yeni bir hikaye yer alır. Hangisine inanmak gerekir? Çocuğuma zarar verir mi? Çocuğuma aşı yaptırmalı mıyım? Çocuğumu nasıl beslersem zarar vermem? Kullandığı ilaçlar zarar verir mi? Ve daha birçok kafa karıştırıcı soruya neden olur. Bu da stres için önemli bir nedendir.

YALNIZLIK ! Otistik çocuklar ebeveyni olmak yalnızlaştırıcı ve yabancılaştırıcı olabilir. Otizmli çocukların annelerinin bir araya gelip çocuklarıyla zaman geçirmeleri, evde doğum günü partisi için toplanmaları, futbol takımları kurup ebeveynlerin de bu vesileyle bir araya gelmeleri pek çok yönden oldukça zordur. Otizmli çocuğunuzla futbol müsabakasına gitmek, konsere gitmek, tiyatroya gitmek oldukça zordur. Hayır, onların büyük, gürültülü aile etkinliklerine katılmalarını bekleyemezsiniz. Kısacası, sadece otizmli çocuğun annesi olmak yalnız ve yabancılaştırıcı olabiliyor.

 

 

Psikolog Dilek Erzenli

 

 

Disleksi

  • · Tanım
  • · Belirtiler
  • · EDA
  • · Nasıl destek verilmeli?
  • · Ailelere yönelik ipuçları
  • DİSLEKSİ NEDİR? Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Mental Rahatsızlıklar Tanılama Sistemi (1994)’ne göre, Disleksi; Okuma Bozukluğu olarak Öğrenme Bozuklukları içinde tanımlanır. Diğer öğrenme bozuklukları; Matematik Bozukluğu ve Yazılı Anlatım Bozukluğu’dur.

    Disleksi;en sık görülen tip olduğu için öğrenme bozukluğunun tanımlanmasında dünyada genel olarak kullanılan bir terim haline gelmiştir. Ülkemizde öğrenme bozukluğu yerine Disleksi teriminin kullanılmasının ayrı bir önemi vardır.

Çünkü hem eğitimciler hem de anne babalar tarafından “Öğrenme Bozukluğu” ifadesi sıklıkla “Zeka Geriliği” olarak anlaşılmaktadır. Bu nedenle pek çok karışıklık ve yanlış anlaşılmalar yaşanmaktadır.

 

Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi uzmanlarının Öğrenme Bozuklukları’nın tanısını koymak için referans aldıkları Amerikan Psikiyatri Birliğinin Mental Rahatsızlıklar Tanılama Sistemi (1994)’ne göre Öğrenme Bozukluklarının tanı kriterleri aşağıdaki gibidir.

 

DİSLEKSİ;

Kişinin kronolojik yaşı, ölçülen zeka düzeyi ve yaşına uygun olarak aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda okuma başarısı beklenenin önemli ölçüde altındadır diğer bir deyişle okuma bozukluğudur diyebiliriz. Bu bozukluk okul başarısını ya da okuma becerileri gerektiren günlük yaşam etkinliklerini önemli ölçüde bozar.

 

DİSKALKULİ;

Kişinin kronolojik yaşı, ölçülen zeka düzeyi ve yaşına uygun olarak aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda matematiksel becerileri beklenenin önemli ölçüde altındadır, yani matematiksel öğrenme bozukluğudur.

 

DİSGRAFİ;

Kişinin kronolojik yaşı, ölçülen zeka düzeyi ve yaşına uygun olarak aldığı eğitim göz önünde bulundurduğunda yazma becerileri beklenenin önemli ölçüde altındadır.

Duyusal bozukluk varsa bile yazma becerisi sorunları genellikle buna eşlik edenden çok daha fazladır.

 

 

  • DİSLEKSİNİN YAŞ DÖNEMLERİNE GÖRE BELİRTİLERİ

 

 

Bu belirtileri daha iyi irdeleyebilmek adına okul öncesi dönem ve okul dönemi başlıkları altında inceleyebiriz.

 

-OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE (0-6 YAŞ) BELİRTİLERİ;

 

Disleksi konusunda uzmanların çoğu daha çok okul döneminin üstünde durur fakat bu öğrenme bozukluğu bize okul öncesi dönemde de bazı ipuçları verir. Eğer çocuğun gelişim dönemi özelliklerini iyi ölçüde bilirsek bir problem olup olmadığını daha iyi anlayabiliriz. Peki okul öncesi dönemde nedir dislektik belirtiler? Şu maddeler altında inceleyebiliriz;

 

-Kelimeleri yanlış söyleme ,

-Kafiye bulmakta güçlük (masa-kasa vs)

-Oyunları sürdürememek, çabuk sıkılmak,

-Çatal, makas kullanma, bağcık bağlamada güçlük,

-Ayakkabılarını ters giyme,

– Daire, kare gibi şekilleri kopyalayamama,

-Taşırmadan boyama yapamama,

-Bisiklete binememe,

-Kendi ilgi alanı dışındaki aktivitelere karşı isteksizlik,

-Benzerlikleri fark edememe,

-Sağını solunu karıştırma,

-Sıraya koyma güçlüğü,

-Renkleri öğrenememe, karıştırma

 

Bazı çocuklar konuşmayı öğrenirken açıkça kendilerini ifade etmekte zorluk çekerler. Özellikle bazı uzun kelimeleri telaffuz ederken görülür bu zorluk.Kelimeleri söylerken harfleri karıştırır veya hecelerin yerini değiştirebilirler;

Sandalye yerine saldanye
Tuvalet yerine tulavet
Mıknatıs yerine mıktanıs
Fotokopi yerine fokopoti gibi

Kelime hatırlama veya yeni kelimeleri öğrenme yeteneğinde yavaşlık, doğru kelimeyi hatırlamada zorluk , doğru kelime yerine ona benzer anlam taşıyan kelimeyi kullanma eğilimi oluyorsa dikkat edilmelidir. Bilgileri hatırlamada, özellikle birden fazla aşamalı talimatı hatırlamada zorluk yaşayabilir. Ardışık sıralı şeyleri hatırlamada( örn. alfabeyi,ayları,mevsimleri sıralamda zorluk), veya daha önce anlatılmış bir hikayeyi doğru sırada anlatmakla ilgili bir sıkıntı olabilir.

Bazen sayıları, haftanın günlerini , renkleri ya da şekilleri doğru öğrenmede sıkıntı yaşanabilir

 

 

-OKUL DÖNEMDE  BELİRTİLERİ;

 

Okul başarısının zekasına ve yaşına göre beklenenden düşük olması,

-Bazı konularda başarılı iken bazı konularda başarısız olması (örneğin; matematik dersi iyiyken geometriden çok başarısız olması)

-Yavaş okuma,

-Bazı harfleri yazarken ve ya okurken karıştırma (p-b, b-d, k-t, y-h, 6-9,2-5)

-Tersten yazma (ismini Ahmet yerine temhA)

-Kelimenin sonlarını uydurarak okuma,

-Okumaya karşı isteksizlik,

-Yazma ödevlerinden kaçınma,

-Yavaş yazma,

-Tahtadan ödevini geçirmekte zorlanma,

-Ödev yapmak istememe,

-Sık dört işlem hatası yapma,

-Çarpım tablosunu öğrenememe,

-Kendine göre kısa yollar üretme,

-Eldeleri unutma,

-Alfabeyi sırasıyla sayamama,

-Beden eğitiminde başarısız olma (koşma,top tutma),

-Yanlış yapmaktan korkma,

-Sağını solunu karıştırma,

– Yıl, ay, gün gibi kavramları karıştırma (hangi mevsimdeyiz denince Mayıs diye yanıt verir)

 

  • EDA NEDİR?

 

Disleksi ile ilgili  oldukça fazla kuruluş ve sivil toplum örgütü bulunmaktadır. Ab projesiyle birlikte ülkemizdede bu konuda çok fazla yenilikçi atılım olmuştur. Bu sivil toplum örgütlerinin en başında Avrupa Disleksi Birliği yani  EDA gelmektedir. EDA ; disleksi ve diğer özel öğrenme farklıkları olan insanların, bağlı oldukları ulusal ve bölgesel kuruluları bir çatı altında toplamaya çalışan/ toplayan, bir Avrupa sivil toplum örgütüdür.
Bu örgüt 1987 yılında Brüksel de, Belçika hukuk yasalarına göre ulusal disleksi örgütünün temsilcileri tarafından kar amacı gütmeyen bir çalışma olarak başlatılmıştır.Kuruluş, disleksik ve özel öğrenme gülcüğü çeken insanların sesi olmak maksadını ( amacını ) taşımaktadır.
EDA; Avrupa birliğine bağlı 21 ülkede etkili ( oy hakkı olan) 23 organizasyona sahiptir. Bunun dışında birlik dışındaki ülkelere bağlı 11 etkisiz ( oy hakkı olmayan) üyesi vardır.
Toplamda 24 ülkede 34 ulusal veya bölgesel üyeyi çatısı altında toplamaktadır.

 

  • AİLELERE YÖNELİK

 

 

Ebeveynler, özellikle anneler, çocuklarının disleksi olmasından dolayı ,duygusal olarak oldukça derinden etkilenirler.Ve çocuklarının disleksi olmasından doğan bir çok sorunla karşılaşırlar.Öncelikle bu terimin anlamı hakkında kafa karışıklığı yaşayabilir, anlamakta zorlanabilirler. Özellikle ,Türkiye’de disleksi hakkında çok fazla bir bilgi yokken.Dünyaya, disleksik bir çocuk getirdikleri için suçluluk duygusuyla acı çekebilirler.Ve belki de bu durumdan dolayı ebeveynler birbirlerini suçlayabilir. Anne – babalar ileride çocuklarının ne yapacağına, önemli sınavlarda başarılı olup, olamayacağına (Lise-üniversite giriş sınavları)dair endişe duyabilirler. Ailelerin en büyük korkusu okulda başarı gösteremeyen dislektik çocukların istenmeyen durumlara; suça veya uyuşturucuya yönelebilecekleri konusudur. Aileler, çocuklarının sorununu yeterince iyi anlamayan öğretmenlere,yöneticilere öfke ve kızgınlık duyabildikleri gibi diğer aile üyelerine de öfke gösterebilirler. Bazen çocukla ilgilenme görevi bütünüyle annelerin sorumluluğuna yıkılabilir.Bu durumda anne bu ağır yükü tek başına taşımakta zorlanacağı için kendi ruhsal yapısında da dalgalanmalar yaşayabilir ve bu durum aile ortamını kötü yönde etkiler. Doğru olan; ailede öğrenme güçlüğü yaşayan çocuğun sorumluluğunu aileye eşit bir şekilde dağıtmaktır (ki bu paylaşıma kardeşler-teyzeler-aile büyükleri de dahil edilmelidir.) Okula sesini duyuramadığını düşünen ebeveynler bu durumdan dolayı acı çekebilirler.Veya okulun verdiği desteğin yetersiz kaldığını düşünebilirler. Ortaya çıkan olaylar yüzünden çocuklarının öfke, sıkıntı ve hayal kırıklığı içinde olduğunu gören ebeveynler kaygılanabilir (anksiyete). Aileler disleksi yüzünden çocuklarının günlük mücadelelerini, çektiği sıkıntıları gözlemlerken aşırı korumacı olabilir ve bu durumdan dolayı diğer aile bireylerine-arkadaşlara ve hatta okula zor anlar yaşatabilirler. Aileler çocuklarının günlük aktivitelerine, ödevlerine yardım ederken bile stres olabilir ve bu durum aile içi tartışmalara neden olabilir.  Bazen anne – babalar yavrularını çok iyi tanıdıklarını, disleksinin çocuklarını nasıl etkilediğini çok iyi bildikleri konusunda uzmanları ikna edemedikleri için de öfkelenebilirler. Dışardan yardım aldığı halde, çocuğunun durumunda herhangibir iyileşme olduğunu göremeyen anne-baba iyice umutsuzluğa kapılabilir. Uzmanlar ve öğretmenler bütün bu faktörlerin farkında olmalı ve aileye sempati ile yaklaşmalıdırlar.

Aynı zamanda da aileler kendi durumlarını çok iyi değerlendirmeli ve çok fazla duygusal davranmamalıdırlar.Araştırmaya ve çalışmalara ara vermeyip sabırla bu yolda ilerlemenin karşılığını muhakkak ve muhakkak alacaklarını da unutmamalıdırlar.

 

OKUMA GÜÇLÜĞÜNDE NASIL DESTEK VERİLMELİİDİR?

 

İlk adım okumayı öğrenmek, ikinci adım öğrenmek için okumaktır.
Yavaş okuyan çocuklara ve disleksili çocuklara çok küçük yaştan itibaren yeterli destek verilmesi gerekmekte olup, yeterli destek verilmemesi halinde bu çocukların hayatta başarılı olmaları zorlaşacaktır.

Çocuklar okumaya başaldıklarında önce heceleri okumayı öğrenirler.Sonra kelimeleri bütün halinde tanımayı ve okumayı öğrenirler.Ancak uzun ve zor kelimeleri hecelere parçalayarak okuyabilirler..

Maalesef ki dislektik bir çocuk kelimeleri otomatik olarak tanımada zorlanır.Bir kelimenin beyin tarafından otomatik olarak tanınması için kelimenin 4-10 kere görülmüş(okunmuş) olması gerekir.Ama dislektik bir çocuk için bu 40 kereye kadar çıkar.Bu nedenle devamlı okuma ile ilgili praktik yapmak gereklidir.

İlk olarak Kitabın ilgi çekici bir hikayeye sahip olması gerekir

Konu
Heyecanlı ve akıcı bir kitap seçilmeli. Sıkıcı ve çok küçük çocuklar için yazılan kitaplardan kaçının(Çocuğunuzun, yaşça küçük çocuklar için yazılan kitapları daha kolay okuyabildiğini düşünüp bu kitapları alabilirsiniz ama çocuğunuz bu kitapları bebekçe bulup okumak istemeyebilir) .Çocuğunuzun ilgi alanına uygun kitaplar seçin. Örneğin futboldan hoşlanan çocuklara bu konunun kullanıldığı hikayeler seçin. Kendinizi sadece kitaplarla sınırlı tutmayın,çocuğunuzun okumaktan hoşlanabileceği fıkra kitapları,komik dergiler,karikatür kitapları v.s. de çocuğunuzun okuma yeteneğini geliştirecektir. Yazılar ne çok büyük ne de çok küçük olmalıdır. Çok zor ve uzun kelimeler olmamalı.
Basit içerikli kitaplar seçin.Çok uzun cümleler, çok uzun paragraflar konunun anlaşılmasını engeller.Kısa ve net bir anlatımı tercih edin.
Çocuğunuzun sevdiği bir kitap bulduğunuzda aynı yazarın kitaplarını takip edin. Bu çocuğunuzun, o yazarın dilini ve anlatım tarzını kendine yakın bulduğunu gösterir.
Özellikle dislektik çocuklar, uzun hikayeleri okumaya çekinirler. Böylece daha kitabın başında 1–0 yenik başlarsınız.
Hikâyenin ve içindeki bölümlerin kısa olmasına özen gösterin.

Çocuğunuza yardım için küçük ipuçları

Çocuğunuza onun hoşlanabileceği kitaplar okuyun. Bu onun gelişimi, kelime haznesi ve doğru tonlamaları öğrenmesi için çok önemli. Bu sistem her sınıf düzeyi öğrenci için uygulanabilir.
.

Çocuğunuzla her gün 15 dakika okuma partisi düzenleyin. Çocuğunuza ve kendinize rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortamda birer içecek hazırlayıp aynı kitabı okuyabilir sonra üstünde tartışabilirsiniz.

Unutmayın! dislektik çocukların okuma hızı ve başarısı duygusal durumlarına göre gün be gün değişiklik gösterebilir. Böyle bir durumun üstünde çok durmayın gerekirse süreyi kısaltın.

Türkiye’de yaz tatili çok uzun! Bu yüzden tatil boyunca düzenli bir program takip etmelisiniz ve bu konuda istikrarlı olmalısınız.

Çocuğunuzun okuduğu bölüm kayıt edip sonra ona dinletin. Ve bu çalışmayı aynı bölümle birden fazla tekrar edin. Sonuçta her kaydın bir öncesin kinden daha iyi olduğunu kendi de görmüş olacak.

Sene sonunda okuduğu bütün kitaplarla birlikte onu fotoğraflayın ve evin en güzel köşesine asın! Bu onun neyi başardığının somut kanıtı olacaktır.

Her gün 10dk içinden 10dk dışından okuması için onu cesaretlendirin.Bu çalışmayı aynı bölümle tekrar edin,içinden okuduğu bölmü dışından daha kolay okuyabilecektir.

Kullanabileceğiniz Okuma Teknikleri

Sesli Okuma
Bu teknik görme ve işitmeyi aynı anda harekete geçirdiğinden çocuk daha kolay sesleri hafızaya alıyor.
Düzeltme
Çocuğunuzun, yüksek sesle okurken yanlış okuduğu veya okuyamadığı kelimeleri hemen siz söyleyin ve okuma bittiğinde okuyamadığı kelimelere tekrar dönün .
Sessiz Okuma
Çocuğunuz sessiz okuma yaparken onu kontrol etmeniz biraz daha zor olabilir. Bu yüzden okuması bittikten sonra o bölümü size anlatmasını veya sizin sorduğunuz soruları cevaplamasını isteyin.
Unutmayın ki; sessiz okuma sonucu çoğu dislektik okuduğunu daha iyi anlar.
Satırı İşaret Edin
Bir çok dislektik okuma sırasında satır karıştırabiliyor.Bu yüzden ya parmağınızla ya da bir kalem yardımı ile satırı takip edin. Bu sayede yeri kaybetmeyecek ve daha hızlı okuyabilecektir.
Alternatif Okuma Teknikleri
Eko Okuma
Önce bir satırı siz okuyun sonra çocuğunuz okusun. Çocuğunuz siz okurken parmağıyla takip etsin.Onun için kolay bölümleri bırakın ilk o okusun.
Koro Okuma
Okumayı aynı anda yapacaksınız. Çocuğunuz nasıl bir şarkının sözlerini takip ederek çok bilmediği bir şarkıyı söylüyorsa bu sistemde de sizin sesinizi takip edecek.
Okuma Tiyatrosu
Okuma bölümündeki konuşma bölümlerini sanatsal bir şekilde ifade edin. Bu okuma tekniği için kullanacağınız kitaplar daha çok konuşmaların aktarıldığı tarz kitaplar olmalı.
Ortak Okuma
Çocuklar okumaya başlarken kitaptan ürkebilirler. Bu durumda bu teknik oldukça iyidir.Siz bir paragraf veya bir sayfa okuyun sonra çocuğunuz devam etsin.
Teypten Okuma
Kasetli kitapları okumak ve kitaptan takip etmek okumayı kolaylaştırır. Maalesef Türkiye’de çok fazla kasetli kitap yok .Siz kitabı önce okuyup kayıt edebilisiniz.
Tekrar Tekrar Okuma
Aynı hafta içinde aynı hikâyeyi birden fazla okuyun. İlk okumada zaman tutun ve hikâyeyi kaç dakika da okuduğunu çocuğunuzla birlikte kayıt edin. Ve her okumada bunu yapın, son okumada hızının nasıl artacağını kendi de görecek ve bu onu cesaretlendirecektir.
Aynı Anda Okuma
1.Beraber Okuma – Çocuğunuzun hızına uyarak aynı anda, yüksek sesle okuyun. Çocuğunuz da her kelimeyi okumalıdır. Çocuğunuz 5 saniyeden fazla kelimeyi heceliyorsa hemen kelimeyi söyleyin ve beraber okumaya devam edin.
2.Yalnız Okuma- Çocuk yalnız okumayı istediğinde size masaya vurarak işaret veriyor ve siz susuyorsunuz, çocuk tek başına yüksek sesle okumaya devam ediyor. Eğer yine bir kelimede 5 sn den fazla takılırsa hemen kelimeyi söyleyin ve tekrar beraber yüksek sesle okumaya geçin. Kendi size işaret verirse tekrar onu yalnız okumaya bırakın.

UNUTMAYIN OKUMA GÜÇLÜĞÜ ÇOCUK İÇİN BİR ZORLUKTUR AMA BİR FELAKET DEĞİLDİR. ÇOCUKLARINIZA DESTEK VERİP ONLARLA BİRLİKTE ÇALIŞMANIZ BU GÜÇLÜĞÜ YENMENİZİ KOLAYLAŞTIRACAKTIR.

 

 

 

 

 

Zihinsel engelliler sınıf öğretmeni

İNCİ ER SERİNGEN

 

 

 

Kaynakça:

*www.disleksiderneği.org

*www.disleksi.blogspot.com

*www.eurosoft.com.tr

 

Ailelerde Kabullenme Süreci ve Evreleri

Aileye hiçbir problemi olmayan yeni bir bireyin katılmasının bile bir stres kaynağı olduğunu düşünecek olursak, gelişimsel bir problem taşıyan bir çocuğun katılımının eşler arasındaki ilişkiyi, kişinin kendisini algılayışını ve pek çok dengeyi nasıl alt üst edeceğini görmemek mümkün değildir. Anne baba bir çocukları olacağını öğrendikleri andan itibaren onunla ilgili beklentileri oluşturmaya başlar. Bu konuyla ilgili kitaplar okunur, kıyafetler hazırlanır, muhtemel isimler seçilir. Elbette hiç kimse problemli bir çocuk dünyaya getireceği ile ilgili bir beklenti içinde değildir. Her ne kadar bu tür korkular hamilelik sırasında annenin aklına zaman zaman gelse de bunlar bertaraf edilir ve planlar yine mükemmel çocuk üstüne kurulur.

Tüm bu duygusal geçişlerden ve uyumlardan sonra doğum gerçekleşip on sekiz ay, bir yaş gibi bir dönemde çocuğunuz ile ilgili olarak yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşünmek ilk sarsıcı dalgadır. Daha sonra uzmanlar tarafından sizin şüphelerinizi doğrulayıcı ancak şık sözcüklerle ifade edilen durum sizin hayal ettiğiniz çocuktan çok uzaktır. Bütün hayallerinizi bir anda silmeniz ve kafanızda çocuğunuz ile ilgili olarak yeni bir tasarım geliştirmeniz gerekmektedir ki, en zor kısımda buradadır.

Çocuğun normal bir gelişime sahip olamayacağını duymak anne baba için şok etkisi yaratan bir açıklamadır. Bunun yaratacağı etki çok sevilen bir kişinin ardından yas tutmaya benzer bir tepkidir. Bu süreç bir gün, bir ay ya da birkaç ay gibi kısa sürede tamamlanmamaktadır. Bu süreç içinde anne babanın farklı duygusal tepkiler yaşayacağını biliyoruz. Bunlar şok, inkâr, suçluluk, kıskançlık, dışlama ve uyumdur(Blacher,1984;Bristor,1984;Farber,1968)

Bu duygusal süreçleri kısaca açarsak şüphelerin başlamasından sonra yaşanan yolculukta karşımıza şunlar çıkar:

BELİRSİZLİK: Çocuğunda gelişimsel bir problem ya da iletişim problemi ile karşılaşan pek çok aile, çocuğu anaokulu hatta ilkokul dönemine gelene kadar kesin bir tanı duyamaz. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu bellidir ancak çocuk görünüş olarak ve fiziksel olarak gayet sağlıklı ve normaldir. Anne babalar “acaba biz çok mu evhamlıyız?”diye endişelere düşebilmekte, aynı zamanda ailedeki yakınlarda “bu çocuğun hiçbir şeyi yok, siz büyütüyorsunuz, amcası da böyleydi” gibi açıklamalarda anne babanın aklını daha da karıştırabilmektedir.

Bu dönemde ailelerin beklentisi bir doktorun çıkıp “evet problem şu ve bu ilacı alınca altı ayda geçecek” demesidir. Bu dönemdeki belirsizlik aileler için çok yıpratıcıdır.

ŞOK: Ailelerin çocuklarının bir problemi olduğunu duyduklarında yaşadıkları ilk duygu şoktur. Bu durum sanki her şeyin bir an için durması ve o anda söylenen hiçbir şeyin duyulup anlaşılamaması gibi bir haldir.

İNKÂR:  Anne baba şok durumundan çıktıktan sonra etraftan bu problemin nasıl bir şey olduğu ile ilgili bilgi toplama işine girişir. Ve günümüzde en popüler bilgiye ulaşma aracı internette bu konu ile ilgili milyonlarca dokumana ulaşılabilmektedir. Bu bilgiler çocuğun gösterdiği özellikler ile kıyaslanır, bazen benzerlikler bulunup hayal kırıklıklarına kapılırken, bazen de uymayan noktaların olduğu görülüp doktorun yanlış teşhis koymuş olabileceği düşünülür.

SUÇLULUK: Ailelerin en sık yaşadıkları duygu suçluluktur. Suçluluk eşlerin birbiri ile ve çocukları ile ilişkilerini zedeleyecek bir duygudur. Çünkü bu zaman zaman kişinin kendisine yönelebileceği gibi zaman zaman da eşine yönelebilir.”Hamileliğim sırasında bilgisayarın başında çok zaman geçirdim ya da hamilelik sırasında saçımı boyatmasaydım belki böyle olmazdı” diyen annelere çok sık rastladığımızı söylemek şaşırtıcı olmamalıdır.

KIZGINLIK: Bu anne babaların en sık yaşadıkları duygulardan biridir. Kızgınlık bazen eşine bazen de problemli çocuğa yönelebilir. Anneler bazen çocuklarının bildiklerine emin oldukları şeyleri yapmadıklarını gördüklerinde son derece sinirlendiklerini ifade ederler.”Bu neden benim başıma geldi” “bunu hak etmek için ne yaptım?”soruları bitmek bilmez.

DEPRESYON: Aileler çocuğun problemi ile yaşamaya biraz alıştıktan sonra, kendilerini tükenmiş, yorgun ve gelecekle ilgili olarak ümitsiz hissetmektedir.

KABUL: Bir kez aileler tüm bu karışık duyguların girdabında dönüp durduktan sonra çocukların problemini kabul edip daha gerçekçi planlar yapabilmektedir. Bunun sonuncunda çocuk için yüksek ama ulaşılabilecek hedefler koymak ve bunlar üstünde çalışmaya başlamak en doğrusudur. Ailelerin ihtiyacı olan somut hedefler konulmuş bir eğitim programı içinde çocuklarını güvenli olarak bırakabilecekleri ve eğitimine faydası olduğuna inandıkları eğitim kurumlarıdır. Bu aileler için somut gelişmeleri görmek kadar faydalı bir şey yoktur.

AİLE PAYLAŞIMLARI

Soru: Çocuğunuzun durumunu ilk öğrendiğinizde neler hissettiniz?

*Çok mutsuz oldum.

*İleride daima ilaç kullanmak zorunda kalacak olmasının zekâsına zarar verip vermeyeceğini düşündüm

*O zaman ki mutsuzluğumun yanında ölüm bile az kalırdı, ölümden bile büyük acıydı.

*Niye benim kızım diye isyan ettim.

*Dünyamın karardığını hissettim. Başka ne hissedebilirim siz söyleyin?

*Geçici bir durum olduğunu düşündüm.

*Yıllarca bunu hep kötü bir rüya sandım.

Soru: Çocuğunuzun durumu aile ve toplum içindeki ilişkilerinizde değişikliğe neden oldu mu? Bu değişiklikler nelerdir?

*En yakın dost ve arkadaşlarımız çocuğumuzun iyileşemeyeceğini, ömür boyu böyle kalacağını ve böyle çocukların ömürlerinin az olduğunu söylediler. Umudumuzu kırmaya çalıştılar. Yaşamımızda değişiklikler oldu tabi.Kızımı devamlı kontrol altında tutmam gerektiği için ,değişik konularla ilgilenemiyorum ve onunla gittiğim yerlerde uzun zaman oturamıyorum.

*Çocuğumun durumu bütün ailede büyük bir üzüntü yarattı, tüm aile sanki bunalıma girdi.

*Değişiklikler oldu. Şimdi diğer insanlarla daha seyrek görüşüyoruz. Bu insanlardan kaçmak değil. Çocuğumuzun diğer rahatsızlıkları (bronşit, v.b.) yüzünden. Çünkü dışarıya her çıktığımızda hastalığı tekrarlıyor.

*Hayata tamamen küstüm. Hiç bir yere gitmek ve hiç kimseyle görüşmek istemiyorum. Beni hiçbir şey mutlu etmiyor.

*Hayatımda hiçbir değişiklik olmadı.

* Akıntıya kürek çekmek çok zor.

*Toplum içindeki ilişkilerimizde değişiklik oldu. Herkes oğlumun neden böyle olduğunu sormaya başladı. Çocuğumun davranışları bazı insanların ilgisini çekiyor ve çeşitli sorular soruyorlar.

Derleyen Okul öncesi öğretmeni Ö. Nihal Atasoy

Kaynakça:

SOS-OTİZM; İNCİ VURAL

OTİZM; DR. Yeşim FAZLIOĞLU, UZM. Meral EŞME YURDAKUL

Çocuklarda Görülen Ruhsal Bozukluklar

Zeka Geriliği

Uyarıları algılama, düşünme, değerlendirme, öğrenme, sorun çözme ve çevreye uyum yapma gibi yüksek zihin işlevlerinin tümüne zeka adı verilir.

Günümüzde yaygın olarak kullanılan zeka testlerinde elde edilen başarıya göre zeka gerilikleri sınıflandırılmaktadır. Zeka yaşı, testi alan çocuğun hangi yaştaki çocuklar düzeyinde genel başarı ve uyum gösterdiğini belirtmektedir. Zeka yaşıyla takvim yaşı arasındaki oranın 100 ile çarpılmasıyla “zeka bölümü” elde edilir. Ancak zeka ölçekleri kişinin öğrenme yoluyla kazandığı bilgilerden arındırılmış ve sadece doğuştan gelen yetenekleri ölçebilecek durumda değildir. Bu testler kişinin büyüdüğü sosyal, kültürel ve ekonomik koşullardaki öğrenme ve yaşama alışkanlıklarından etkilenmektedir. Ayrıca bu testler oldukça ayrıntılıdır ve uygulanması uzmanlık deneyimi gerektirmektedir. Batı ülkelerinde geliştirilmiş olan ve yaygın olarak kullanılan Wechsler zeka testinin ülkemizde uyarlaması yapılmıştır. Diğerleri de Türkçe’ye çevrilmiş olmakla birlikte geçerlilikleri ve güvenilirlikleri kuşkuludur.

Zeka seviyeleri 70’in altında olanlara zeka gerisi (Mental Retarde) denir. Bu kişiler ait oldukları sosyokültürel grubun yüklediği ve yaşlarının gerektirdiği sorumlulukları üstlenemezler. İnsanlarla yeterli iletişim kuramazlar, kısaca yaşadıkları sosyal çevreye yeterince uyum yapamazlar.

1- Hafif derecede zeka geriliği (ZB: 50-70)

Eğitilebilir zeka geriliğidir ve tüm zeka gerilikleri içinde %85’lik oranla en geniş grubu oluştururlar. Özel eğitimden yararlanarak ilkokulu bitirebilirler.

2- Orta derecede zeka geriliği (ZB: 35-55)

Zeka geriliklerinin yaklaşık % 10’unu oluşturan bu gruptakiler özel eğitimle ve uygun aile tutumlarıyla ancak dördüncü sınıfa kadar gelebilirler. Ana-baba yardımı ve yeterli eğitimle günlük yaşamlarını kısmen bağımsız olarak sürdürebilirler. Fazla beceri gerektirmeyen işlerde çalışabilirler.

3- Ağır zeka geriliği (ZB: 20-35)

Tüm zeka geriliklerinin %3-4’ünü oluşturur, ömür boyu bakıma muhtaçtırlar, konuşmayı bile zor öğrenirler.

4- Derin zeka geriliği (ZB: 20’nin altı)

Genel grubun % 1-2’sini oluşturan bu çocuklar kendilerine bakamaz ve konuşamazlar Ciddi nörolojik bozukluklarla birlikte yürüme ve konuşma kusurları vardır. Çocukluk döneminde ölüm oranı bu çocuklarda çok yüksektir.

Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir araştırmaya göre nüfusun % 3’ünde zeka geriliği saptanmıştır. Tedavisi pek mümkün olmayan bu bozukluğun temel tutum öncelikle bozukluğun oluşmasını önlemeye çalışmak ve zeka özürlü çocuğa aşırı beklenti yüklemeden aile ile yakın işbirliği içinde çocuğun mevcut yeteneklerini destekleme ve zeka kapasitesini kısmen de olsa arttırma olmalıdır.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite

Bu bozukluk aşırı hareketlilik ve ataklık gibi belirtilerle karakterizedir. Genellikle 7 yaşın altında başlar. Bozukluğun belirtileri en az 6 ay sürmedikçe bu tanı konmamalıdır. Aşırı hareketlilik genellikle çocuk yürümeye başlayınca ortaya çıkar ve giderek artar. Belirli bir amaca yönelik olmayan ve başkalarını da rahatsız eden hareketliliğin yanı sıra el, kol ve beden hareketlerindeki yetersizlikler dikkat çekicidir. Konsantre olmakta yani dikkatlerini belirli bir noktaya yoğunlaştırmakta zorluk çeken bu çocuklar, zekaları normal olduğu halde öğrenme güçlüğü çekerler. Okul başarılarındaki düşüklük ailenin ve öğretmenin dikkatini çeker. Bu çocukların engellenme eşikleri çok düşüktür yani istedikleri anında yapılmazsa, çok tepki verirler.Bozukluğun nedeni kesin olarak aydınlatılmış olmamakla birlikte, beyinde hafif düzeyde bir zedelenmenin bozukluğa yatkınlık oluşturduğu ve çocukluk çağı streslerinin tetiği çeken faktör olduğu sanılmaktadır. Tedavi aile danışmanlığı, özel eğitim ve sosyal çevreyi yeniden düzenleme gibi psikoterapi yöntemleriyle yapılmaktadır.

Davranış Bozuklukları

Sekiz yaşından büyük çocuklarda başkalarının haklarına karşı saygısızlık ve tecavüz türünden tekrarlayıcı ve zararlı eylemlerle karakterize bir bozukluktur. Hırsızlık, yalan söyleme, evden ve okuldan kaçma, soygunculuk, yangın çıkarma, fiziksel olarak insanlara ve hayvanlara eziyet etme şeklinde ortaya çıkabilir. Bozukluğun oluşumunda kalıtımsal faktörler rol oynar. Yani aile büyüklerinde antisosyal davranışlar bulunur.Tedavide en önemli yaklaşım aile danışmanlığıdır.

Tik Bozuklukları

Kaslarda tekrarlayıcı, istem dışı ve amaçsız hareketlere tik denir. En sık göz kırpma, Burun çekme, kaşları oynatma, omuz silkme ve yüzde değişik mimikler biçiminde ortaya çıkarlar. Çocuğun kendi iradesi ile bu hareketleri birkaç dakikadan birkaç saate kadar durdurabilmesi tipik bir bulgudur. Ruhsal kökenli olduğu kabul edilen tik bozukluğunda tedavi çok yönlü bir yaklaşımı gerektirmektedir. Aileye danışmanlık, çocuğa psikoterapi ve davranış tedavisi gibi yardımlarda bulunulur.

Kekemelik

Değişik ses, hece ve kelimelerin tekrarı ya da konuşma düzeninin duraklamalar nedeniyle kesilmesi biçiminde ortaya çıkan konuşma bozukluğudur. Ruhsal gerginliğin arttığı durumlarda kekemelik artar. Ağır kekemelik durumlarında çeşitli tikler sanki konuşma güçlüğünü hafifletecekmiş gibi kekemeliğe eklenir.12 yaşından önce başlar. Görülme sıklığı % 1 dolayındadır. Nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. Kekemeliğe yatkın çocuklarda yaşanan ani bir korku, konuşma bozukluğunu tetikleyen bir etken olmaktadır. Kekemelik uzun süren bir konuşma bozukluğudur. Hafif vakaların çoğu ergenlik çağında düzelir. Tedavide aile danışmanlığının yanı sıra çocuğa konuşma tedavisi önerilmektedir. Konuşma tedavilerinin en önemli özelliği çocuğa yavaş, ritmik ama tempolu konuşmanın öğretilmesidir.

Gece İşemeleri

Bedensel bir nedene bağlı olmayan, tekrarlayıcı, istem dışı işemelerdir. Ailesel yatkınlığı olan çocuklarda bazı psikolojik faktörler tetikleyici olabilir. Ergenlik çağında bu çocukların büyük bir bölümünde bu bozukluk kendiliğinden kaybolur.Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte gece uykularının çok ağır ve derin oluşu bu bozukluğun ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar. Bu nedenle tedavide çocuğun psikolojik sorunlarının ve aile içi ilişkilerin incelenmesinin yararı vardır.

Dışkı Kaçırma

Çocuğun dışkısını kontrol edebilecek yaşa gelmiş olmasına rağmen, istemli veya istem dışı olarak dışkı kaçırmaya encoprezis denir. Tedaviye dirençli ve uzun seyirli bir bozukluktur.. Tedavide aile içi ilişkiler, çocuğun psikolojik sorunları ve çocuğa özel davranış terapileri uygulanır.

Okul Korkusu

Okul çağındaki çocuklarda birdenbire okula gitmeye karşı beliren yoğun direnç durumudur. Bozukluğun temel nedeni anneye olan aşırı bağımlılıktır. Bozukluğun ortaya çıkmasına neden olan şey, genellikle okulla ilgili değildir. Çocuk için anneden ayrılma sayılabilecek her türlü olay, annenin hastalanması, hastaneye yatması, kardeş doğumu gibi, annenin çocuğa ilgisini zorunlu olarak azaltan nedenler ve boşanma, anne baba geçimsizliği gibi aile düzenini tehdit eden olaylar bozukluğu tetikleyebilir.

Genellikle çalışkan, okula düşkün çocuk, karın ağrısı, bulantı ve benzer bedensel yakınmalar ileri sürerek evde kalmak ister. Okula gitmesi için zorlanırsa ağır bir panik içine girerek hırçınlaşır. Evde kalmasına izin verilince bu belirtiler birdenbire kaybolur.

Tedavide aile, okul ve hekim işbirliği içinde kararlı bir tutumla çocuğun mutlaka okula götürülmesi en doğru yoldur. Annenin gerekirse okulda çocuğu beklemesi, ders aralarında kısa görüşmelerle çocuğunu görmesi gerekse bile, sorun ancak çocuğun okula gönderilmesi ile çözümlenebilir.

Yeme Bozuklukları

Anoreksiya Nervoza(aşırı kilo verme )

İştah azalması olmaksızın aşırı kilo kaybı ile karakterize ağır bir ruhsal bozukluktur. Ergenlik çağında daha sık görülen bu bozukluğa yakalanma oranı kızlarda erkeklere göre daha yüksektir. Normal kilolarının üçte birini kaybeden anoreksik bozukluklarda ölüm oranı % 10’dur.

Anoreksi tanısını alabilmesi için kişinin ortalama beden ağırlığının % 20’sini kaybetmiş olması gerekir. Kilo alarak dış görünüşünün çok çirkinleştiğine inanan bu tür kişiler kilo vermek için her yolu denerler. En sık başvurulan yol yemekten hemen sonra kusarak mideyi boşaltmaktır. Ve bunu çoğunlukla gizli yaparlar. Yemek yemek bu tür kişilerde ciddi bir suçluluk duygusunun ortaya çıkmasına yol açar. Kilo aldıkça kendilerinden nefret eder, zayıflayarak bu duygudan kurtulmaya çalışırlar. Yememenin onları ölüme götüreceğini bilseler bile, bu duyguyla başa çıkamaz, yememekte ısrar ederler.

Bütün bunların sonucu olarak adetlerde kesilme gibi hormonal bozukluklar sıklıkla karşımıza çıkar. Yine beslenme bozukluğuna bağlı olarak vücutta şişme (ödem), nabızda düşme, beden ısısında yükselme gibi fizyolojik değişikliklerin yanı sıra değişik tikler tabloya eklenebilir.

Tedavide bu kişileri bazen hastaneye yatırmak gerekebilir, hatta bu onlar için hayat kurtarıcı olabilir. Depresyona bağlı iştah azalması ve kilo kaybından ayıt edilmesi gerekir. Bu tür hastalar vakit kaybedilmeden bir uzmana getirilmeli ve tedaviye uzun süre devam edilmelidir. Bu tür hastalarda bireysel psikoterapiler, aile terapileri ve davranış tedavileri yararlı olur.

Blumia Nervoza (aşırı kilo alma )

Aşırı bir iştah artışı ve kısa sürede çok miktarda kilo alma ile karakterize bir bozukluktur. Bu kişiler adeta içeriden bir güç tarafından zorlanıyorlarmış gibi durdurulamaz biçimde istem dışı olarak ne bulurlarsa yemeye çalışırlar. Durdurulmak istendiğinde ciddi öfke patlamaları olur. Aldıkları aşırı kilonun sanki hiç farkında değillermiş gibi bir görünüm sergilerler.

Aşırı yemek yeme nöbet nöbet gelebileceği gibi, anoreksik bir dönemin hemen arkasından da gelebilir. Veya blumia nöbetini ağır bir anoreksi nöbeti izler.

Otizm

Dış dünyadan gelen uyaranlara kayıtsızlık, ilgisizlik şeklinde beliren bu ciddi bozukluk genellikle 3 yaşın altında başlar. Cansız nesnelere ilgisini koruyan çocuk, anne dahil dış çevredeki insanlara tümüyle aldırmaz bir görünüm içindedir. Göz göze gelmeyen, gülme, ağlama, kızma ve sevinme gibi yersiz ve aşırı duygusal tepkiler veren bu çocuklar çevredekilerin hemen dikkatini çekerler. Amaçsız, tekrarlayıcı tik niteliğindeki el, kol ve beden hareketleri, örneğin sürekli baş sallamaları, oldukları yerde topaç gibi dönmeleri, tipik davranış bozukluklarıdır. Bu çocuklarla sözlü iletişim kurmak neredeyse olanaksızdır. Konuşma zaten genellikle gecikmiştir. Karşıdakinin konuşmasını adeta bir papağan gibi tekrarlamaları ve kendilerinden üçüncü şahıs olarak söz etmeleri sık görülen durumlardır. Oyunları amaçsız ve tekrarlayıcı niteliktedir.Bozukluğun nedenleri henüz yeterince aydınlatılamamıştır. Tedavide psikoterapi tek seçenektir. Ayrıca bilme ve tanıma yetilerini geliştirici kognitif tedavilerle davranışçı yöntemler başarılı sonuçlar vermektedir.

Anne Yoksunluğu Depresyonu

6 aydan sonra, bebeklerin annelerinden aniden ayrılmaları ile ortaya çıkan ağır bir ruhsal bozukluktur. Anneden ayrılan ve yetiştirme yurtları ile yuvalarda büyütülen çocuklarda bu ayrılığa tepki olarak şu davranışlar gözlenmektedir: Dindirilemez ağlamalarla belirli bir protesto dönemi, sonra kilo kaybı ve fizik gelişmede duraklama ve son olarak da tipik bir çocukluk depresyonu görülmektedir. Anne ayrılığı iki aydan fazla sürdüğü taktirde çevreye tepkilerin iyice azalıp çocuğun içine kapandığı ciddi bir otizm dönemi görülür. Anne geri dönerse bu belirtiler kaybolur. Üç aydan fazla süren anne yoksunluğunda belirtiler kalıcı bir nitelik kazanır. Bu da çocuğun fizik ve zihinsel gelişmesini ciddi bir biçimde aksatır. Bu çocuklar düzgün ve uygun bir beslenme rejimine tabi tutuldukları halde yaşıtlarına göre zeka açısından daha geri kalırlar.

Öğrenme Bozuklukları

Dinleme, konuşma , okuyup yazma, muhakemede bulunma ve matematik işlemleri yapma yeteneklerinin elde edilmesi ve kullanılmasında önemli zorluklarla beliren bir bozukluktur Toplumda ortalama olarak, % 2-10 arasında görülmekte olup, okul çağındakilerde % 4 oranında görülmektedir. Erkek çocuklarda kızlara göre 3-4 kat daha sık gözlenmektedir. Nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte beynin sol yarım küresindeki bazı anormallikler ve beyin ön lobundaki konuşma merkezlerindeki sorunlarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca başka bir görüşe göre bebeğin anne karnında kanındaki testesteron düzeyi bozukluğu ile ilişkili olabileceği bildirilmektedir. Okuma bozukluklarında 15. kromozomdaki sorunların bu durumdan sorumlu olabileceği de bir başka hipotezdir.Tedavide önemli olan çocuğun durumunu anlayabilmek ve bu duruma uyum sağlayabilmektir. Ailenin eğitimi ön planda gelir. Çocuğa yönelik olarak sosyal beceri kazandırma, destekleyici terapi ve gereğinde ilaç tedavisi uygun bir yaklaşımdır.

Kaynak: Basından Derlenmiştir….